Yaz meyvaları ile yulaflı kahvaltılarımı veya ypğurtlu ara öğünlerimi öyle çok seviyorum ki, kışın gelmesi kabusum oldu. Yumuşacık güneş tadında şeftaliler, kıpkırmızı mis kokulu çilekler, hele hele son aldığım yabanmersini. Her bir meyvayı neredeyse koklaya koklaya yiyorum. Kokularını içime çeke çeke, damağımda eze eze. Bu kokuları ve tatları kışa saklamanın tek yolu reçel yapmak mıdır? Neredeyse 1-e-1 şekere boğup pişirmek şart mıdır?
Hayır 😀
Şekerin ne kadar zararlı (hatta çağımızın yasal uyuşturucusu diyorum ben) olduğunu hepimiz biliyoruz. (Bakmayın böyle diyorum, ama ben de uzak duramıyorum 🙁 ) Hani 2-3 sene önceye kadar, fruktoz masumdu, artık doktorlar onu bile büyütrç altına aldı, aman dikkatli tüketin diyorlar. Karatay günde 1 porsiyonu geçmeyin derken, hani neredeyse sakın yemeyin diyecekler. Tamam, herşeyin çoğu zarar, hiç itirazım yok. Yulafı, yoğurdu lezzetlendirmek için daha sağlıklı birşey gelmiyor aklıma. Ya taze meyve, ya reçel. Birinden biri mutlaka olmalı.
Derken, reçel çok şekerli diyerek, alternatiflerine bakmaya başladım. Piyasadaki şekersiz reçelleri denedim, yerlisi yabancısı derken, en alası, St Dalfour öne çıktı. Hem kıvamı, hem kaybolmayan meyve tadı ve aroması gayet tatminkar. Şekerli tadını diğer yoğun meyvelerle sağladıklarını yazıyor arkasında. Dolayısıyla evet, beyaz şeker veya yapay şeker hiç yok, früktoz ise bolcana. Macera arıyorum ya, ben yapayım dedim. Bundan sonrası, okuma, araştırma, öğrenme, deneme, eleme, yine deneme.
Sonunda chia ile yapılan tarifler daha “mantıklı” ve sağlıklı geldi. Pektin, jelatin, stevia, hepsi elendi. Chia’nın yararlarını okudukça daha çok içime sindi. Bir iki denemeyle lezzeti ve kıvamı yerinde bir reçele ulaştım.